24 Ocak 2012 Salı

yeryüzünü terk

Bir kelebeğe hiç birşey yaptırmaya gücün yetmez. Ondan milyonlarca kat güçlü olduğun halde tersine işler güç kanunu. Omuzuna konması için mesela, güç uygularsan, ince ve güçsüz kelebek ölür. Zekanın gücü de işe yaramaz, eğitmek istesen mesela; evcilleştirmek, ömrü yetmez. Kelebek, ancak ve ancak senden korkmazsa omzuna konar. Senden korkmaması gücünle değil güçsüzlüğünle ilişkilidir. Ya da belki acıdan yanmışsındır ve iyi niyetten başka evrene verebilecek birşeyin kalmamıştır, o zaman belki kelebek senden korkmaz ve kısa ömrünün kıymetli anlarından birkaç saniyeyi senin o çökmüş omzunda deneyimlemekten kaçınmaz.

-0-

"Senin bu kelebek sevgin ne olacak?" dedi bir gün arkadaşım. "Kelebek sevgim mi, o nereden çıktı?" "Etrafımızda" dedi "mutlaka kelebekli birşeyler var!"... Geçiştirdim, kelebekleri sevecek bir kız değildim. Neden sonra farkettim ki, kelebekler etrafımı gerçekten sarmıştı; evimde kelebek kanatlı peri bibloları, ellerimde kelebekli yüzükler, kelebek resimli defter kapakları, yazılarımda "kelebek" takma adlı kahramanlar...

Ya kendimi bir masal dünyasında sanıp onlarca kelebeği etrafıma toplamıştım ya da acıdan yanmış, omuzlarım çökmüştü ve kelebekler ben farkında olmadan etrafıma üşüşmüştü. Muhtemelen ikisi de olmuştu. Acıdan yanarken bu dünyayı sahte ve acımasız bulup masal diyarlarına saklanmıştım. Orada beni sakinleştiren rüzgar sesleri ve orman kokuları duyumsamış, çaktırmadan, bu sırrımı kendime hatırlatır gibi, kelebekleri etrafıma serpiştirmiştim. Çünkü kelebekler sakindi, hafifti, özgürdü, benim iki dünyam arasında harika bir sembolik köprü olurdu.

Bugün, sonunda ben de, kendimi sakin ve hafif hissettim. Yanlış anlama, acının gövdemin içinde yanması, içimde isten, dumandan ve kokudan bir bulut oluşturması sürüyor. Ama ben bugün yeni açılan bir algı kapısından içeri girdim, sakinleştim ve hafifledim. Algıladığım şey şuydu: artık yüzeyde yaşamaya çalışmamalıydım. Ve devamında: yüzeyde ihtiyaçlarımı gidermek uğruna, ruhumu hiçe sayanlara onlar istemediği halde "biriktirdiğim ben"in derinliklerinden parçalar koparıp sunmamalıydım. Ve sonra: ihtiyaçlarımı karşılamak için düşüncesizce paha biçtikleri hizmetlerinin karşılığı, acının dumanıyla tütsülenmiş kalbimin en pembe yerinden fletolar olamazdı. Üstelik bu gurme bir tatdır, muhtemelen beğenmez, gider basit bir tavuk göğsünün yada başka löp etlerin peşinde koşarlar. Bu hizmetleri karşılığı onlar olsa olsa, sığ sığ gülüp konuşmamı, hırslarını satır aralarına yerleştirdikleri konuşmalarını dinlememi ve ekstremitelerime çeşitli şekiller vermemi isterler.

"Hayır, bu ticarette benim mallarımın bedeli yok. Benim kelebek kanatlarım, yanık kokan iç organlarım ve kanlanmış gözlerim var. Bunlar, batan geminin derinliklerde yatan malları; dünyanın yüzeyinde beş para etmezler. O yüzden ben en iyisi, yüzeyde yaşamaya, yüzey insanlarıyla takas yapmaya ve ihtiyaçlarımı orada karşılamaya bir son vereyim".

Algı kapısından çıkışım öyle şaşalı falan da olmadı. Yani bir kafama dank ediş ya da parlak bir ışıkla aydınlanış  yoktu ortada; bir "halleluyah"! Usulca geri çıktım o odadan, sadece anlamış, sakinleşmiştim.

Hala özgür hissetmiyorum, belki daha onlarca kapıdan geçmeliyim. Fakat ne kadar ince, güçsüz ve hafif olduğumu biliyorum. Benim yerim ya gökler ya da deniz dipleri, yeryüzü değil. Takas ancak, korkmadıklarımla; acıdan yananlar ve iyi niyetlilerle olabilir. Omuzlarında uyur, rüyalar görürüm belki, acınası, kısacık ömrümün küçük bir kısmında. Karşılığında rüyalarımı anlatır, onları eğlendirir, acıdan yanan kalplerine su serperim. Sönmek isterlerse tabi.

-0-
Farkındayım, uzun zamandır yazdığım en kendinden iğrenmeyen yazım. Ne oluyor, yoksa götüm mü kalkıyor?

3 yorum:

varol döken dedi ki...

http://www.facebook.com/photo.php?fbid=7465806791&set=a.437571096791.230811.689446791&type=3&theater

böyle bir şey midir?

Hich dedi ki...

o la la!!!!

varol döken dedi ki...

olmuş mu?