19 Nisan 2012 Perşembe

radyoaşktif

"Benim bütün bildiğim şey karanlıktır, yeraltındaki gece. Ve gerçekten varolan tek şey de budur. Sonuçta, bilmem gereken tek gerçek de budur. Sessizlik ve karanlık. Sen herşeyi biliyorsun büyücü. Ama ben bir tek şey biliyorum -tek gerçeği" *

Diyor, yalnızlık ve kıskançlıktan başka bir şey öğrenmemiş Arha, büyücüye. Büyücünün ışığına aşık olup, karanlık efendilerini terk edip, korkusuzca onun peşinden gidiyor, gözünü hiç bilmediği bir dünyaya ve kendiliğe açıyor.

Dizlerimi kokluyorum. Çocukken ki gibi kokusu hala, toz, haylazlık biraz da et. Yalnızım, burnum çıplak dizlerimde oturuyor, karanlığı ve orada ışıyarak beni büyüleyen o tuhaf "şeyi" düşünüyorum. Çocukça kandığım o parlak ışığı... Bir fotoğraftaki koca bir mercek yalazıydı sanki. Ya da peri tozundan bir top; ışıldıyor, kıpırdıyor, saçılıyor, parlıyor da parlıyordu. Karanlığın içinde gözlerimi alıyor, ruhumu çekiyordu. Ağzım açık, zihnim uyuşuktu. Donup kalmıştım karşısında; hareketsiz; gözlerim kamaşmış, bir tavşan gibi beni avlamasını bekliyordum. Avladı.

Avı olduğum böylesi nur huzmeleri saçan bir ışığın bir de cismi olmalıydı. O cismin içinde de dünyanın tüm maddesini kendine köle edebilecek bir iradesi. O öyle bir maddeydi ki karşısındakine, bakan  ama görmeyen kör gözler, işiten ama anlamayan kulaklar verir; kör karanlığın sessiz zindanlarında yaşamaya alışanları bile etkisi altına alabilirdi. Ona biraz bakmanız efsunu için yeterliydi. Parlak, sıcak, yıkıcı ve değiştirici enerjisiyle bu olsa olsa radyoaktif bir maddeydi. Öyle ya, radyasyonun ışığı kör eder, yıkar, savurur ve bütün hücrelerinde değişime sebep olurdu.

Beni avlamıştı radyasyon. Mutasyona uğratmıştı. Artık eskisi olamayacaktım ama elbet onun da bir yarılanma ömrü vardı. Belki hiç kaybolmayacaktı ama azalacaktı. Üzerimden geçen bu şey; gözlerimi bozan, saçlarımı ağartan, içimin en iyilerini kötüye çeviren bu şey, sizin sadece aşk dediğiniz, hayvani, karşı konulamaz, basit bir vakumun çok ötesinde; beni, ömr-ü yolculuğum boyunca ilk kez gerçek bir karar almaya zorlayan bir meydan okuma, bir aksi-güç, bir çeşit anti-maddeydi. Bunu, bu tuhaf, ışıklı, yıkıcı madde yarılanıp azaldığı için olsa gerek ancak şimdi fark edebiliyorum. Radyasyonmuş bu. Şimdi ancak o yıkıntılarımdan başımı kaldırıyor, mutasyona uğrayıp da değişmiş bedenim ve benliğimle yeniden yaşama adapte oluyorum. Bu şey, diğer tüm canlılara yaptığı gibi beni de evrimin kucağına itmiş. Korku, çaresizlik ve arayışların beni deliliğin sınırlarında oyaladığı o ilkellikten ileriliğe geçiş döneminin çekirdeği olmuş. O karanlık dönemi atlatıp hayatta kalınca, sayesinde duygusal dengemi  ve gücümü katladığımı, sağlıksız uzuvlarımdan, mesela beynimin aşırı çalışan sağ lobunun gereksiz yerlerinden, veya yüksek doz saldığım östrojenimden ya da kalbimi güm-güm attıran o hızlı kanımdan kurutulup daha güçlü bir insana dönüştüğümü anladım.

Dizlerim hala et kokuyor ve çocukluk. Başardım o halde, yaşıyorum; doğal seleksiyondan kurtuldum. Apaçık bir evrim geçirdim ben, bunu gözledim, geride bıraktım. Arha da evrim geçirdi, kör gözleri görmeye başladı, inançları baştan ayağa yıkıldı. Bunu bize yaptıranın radyasyon olduğundan eminim, evrim onunla olur, aşkla değil.  Değil mi?





*Arha- Atuan Mezarları- Ursula K. Le Guin

Hiç yorum yok: