28 Ocak 2009 Çarşamba

Hafızasız

Hafızasız’ın içinde genç şeytanların oyun parkı var. Ciğerinin tam ortasındaki balonda çığlıkla karışık kahkahalar atıyor, zıplıyor, fırıl fırıl dönüyorlar... İsimleri de kadim çukurun dibinden; Hakkaniyet, Doğru, Tolerans... Hafızasız nicedir bunların kölesi; ona her dediklerini yaptırıyorlar...

I.
Bir gün, yalnız, karanlık ve havasız bir evde, Hafızasız kadim bulutların üzerinden birinin eğitimsiz ama güçlü sesiyle uyanmıştı. Kendisine Erdem denmesinden hoşlanan bu ihtiyar adam büyük babasıydı ve her zamanki gibi içrek ve titrek bir ağıt yakmaktaydı. Öyle çok ağlıyor, öyle üzgündü ve kadim bulutların üzerinden gelen öyle gerçek mutsuzlukları vardı ki Hafızasız Erdem'e dokunmaya kalkışmıştı.

İşte tam o anda Hafızasız düştü. Hem de öyle bir yuvarlandı ki bulutların üzerinden, düştüğünde kalbi bir miktar sağa doğru yer değiştirmişti; göğüs kemiğinin azıcık soluna.

Kovulmuştu. Nedenini sormadı, çünkü biliyordu; Cennetin gerçeklerini görememeye başlamıştı bir süredir. Bir süredir Sevgi denen kadının kılık değiştirmiş histerik bir fahişe olduğunu düşünüyordu, bazı kanıtları da vardı üstelik. Mesela bir keresinde bu Sevgi'yi aynı anda bir kalbin üzerinde aynı cinsten iki ayrı kişi için zıplarken görmüştü. Bir seferinde de konuşturduğu bir vücudun ağzından kalbe ok gibi saplanan cinsten laflar söyletmişti.

Hafızasızın Sevgi'den başka bir de İnanç adlı beyefendi hakkında da şüpheleri vardı. Bu beyefendi Hafızasıza göre İnat denen meşum üvey kardeşiyle işbirliği içindeydi ve üstelik Korku Anonim A.Ş.'den kabuslar, karabasanlar gördürten eşantiyon bilgiler dağıtıyordu Dünya insanlarına.

İnanç efendinin insanlar arasında bu kadar çok tutulmasının nedeninin Korku ailesi mensuplarından ve kadim çukurun dibine yollanmaktan kendilerini koruyacağına dair verdiği taahhüt olduğuna dair söylentiler dolaşmaktaydı. Hafızasız bu söylentilerin doğru olduğunu seziyor, yakınlarının İnanç efendi ile geceleri buluşup, dertleştiklerini, İnanç'ın da onları teselli ettiğini ve ne yaparlarsa yapsınlar, onun adını verirlerse, kimseden bir zarar görmeyeceklerine dair yeminler ettiğini işitiyordu. Öyle de oluyordu. Şu günlerde kimin canı kötülük yapmak istese; mesela birini azarlamak ya da iftira atmak, hatta çalıp çırpmak istese, İnanç'ın parmağını havaya kaldırıyor, kendilerinin İnanç'a ters bir şey yapmadıklarını söylüyor, herkes de başlarını sallayarak onları onaylıyor, affediyordu.

Hafızasız fark ettiği bunun gibi bazı olayları kendine saklardı aslında. Ta ki o gün, büyükbabası Erdem'in günlük ağıtında avutucu olmak isteyene kadar. Erdem'in gazabıyla Cennetten kovulan Hafızasız, Cehennemin dibini boyladığında, ilk önce gözlerini fincan kadar açıp etrafa bakındı. Daha sonradan keşfedecekleri ve tanışacaklarından bihaber yalnızlığına lanet okuyup yere tükürdü.

Biraz yürüdükten sonra da dev bir ağaç buldu. Buna üç beş kısa ve küt dalı olan bir kütük demek daha doğru olur. Ama kovuğu -hakkını vermek lazım- içine iki kişinin rahatça uzanacağı kadar genişti. Hafızasız orada 3 gün 3 gece uyudu. Uyandığında kalbi hala biraz sağdaydı, ama yine de kendini iyi hissetti.

Karşısındaki açıklıkta uzanan Açlık Tepesi'ni aşmak üzere yolu koyuldu. Pek de yüksek olmayan tepenin üzerinde çeşitli meyve ağaçları ile böğürtlen çalıları vardı. Hafızasız iki elma ve birkaç böğürtlen yedi.

Tepeye tırmandığında gökyüzü parçalı bulutluydu, biraz da sis vardı. Aşağıda gördüğü manzaradan hayretlere düştü. Yeryüzü, ta ufka kadar, gümüş ve altın renklerinde kuleler ve yüksek yüksek binalar ile bezeliydi. Sanki tüm çukur arazi metalden yapılmıştı. Sayısız uçan cismin üzerinde döndüğü hareketli bir şehirdi bu. Ufka yakın yerlerde ve bir de, devasa metal şehrin tam ortasındaki geniş meydanda ağaçlar ve değişik çiçeklerin seçilebildiği yeşil, mor ve sarı renkli alanlar vardı. Hava temizdi, çam kokuyordu.

Hafızasız heyecanını yendiğinde tepeden aşağıya koştu. Şehre "Yazarlar Köyü" yazan bir tabelanın bulunduğu bir yoldan geçerek giriliyordu. Yolun iki yanında uzanan bu büyük köyde öyle tuhaf bir enerji vardı ki bizimki köy yoldan ayrılana kadar gündüz düşleri gördü.

Bir süre daha yürüdü. Şehre iyice yaklaştığında birkaç kişi yanına geldi. Burası Cehennem olduğuna göre bunlar da şeytan olmalılardı. Hafızasız'a "gel bizimle" dediler. Parlak metal kaplamalı dev bir binaya soktular. Burası Genel İdare Binasıydı. Şeytanlar önde Hafızasız arkada parlak çelik kaplı oval bir asansörlerle Başkanın yanına çıkıldı.

Yanına vardıklarında Başkan Hafızasız'a bakıp " kadim çukura, Cehennem'e hoş geldin! Burası Mantık Bey ile İlham Hanımın çocuklarının ülkesidir" dedi ve yardımcılarına dönüp "kalbi yer değiştirmiş mi?" diye sordu.

"Öyle görünüyor" dedi Başyardımcı, Hafızasızı iyice bir süzdükten sonra.

Başkan başını tamam der gibi salladı, küçük bir kağıda ışıklar saçan bir damga bastı ve kağıdı uzattı "al" dedi, "pasaportun".

II.
Hafızasız Başkan'ın odasından ayrıldıktan sonra kendisinden hiç de farklı görünmeyen- iki kollu, iki bacaklı, iki kulak bir burunlu- şeytanların kendisine öğrettikleri ve tembihledikleri konuları düşüne düşüne şehirden ayrıldı. Geldiği noktaya, koca kütüğe doğru yürüdü.

Yol uzun, hava da cehennem gibi sıcaktı. Neyse ki Çikolatacılar Köyü'nden geçerken, nefis karamelli pudingler yemişti, karnı tok sayılırdı. Dumancılar Mahallesi'nden aldığı kırmızı yapraklı tütünü de içerek Açlık tepesine ulaşmış, sonra bir çırpıda tepeyi aşıp, dev kütüğe varmıştı. Kovuğun içine uzanıp da uykuya dalmadan önce havayı içine çekti, şeytanları düşündü, ellerini yer değiştirmiş kalbinin üzerinde bağladı.

Uyandığında Dünya'ya, küçük, havasız evine geri dönmüştü. Büyükbabası bıraktığı eski koltukta ağlıyor ve bazı dualar mırıldanıyor, televizyonda bir kadın kıkırdayarak yemek tarifi veriyor, şapşal kedi uyukluyordu. Her şey aynıydı. Yeniden başlamanın tam sırasıydı.

Hafızasız önce kendisine bir fincan çay yaptı, sonra da Erdem'e dönerek "bundan sonra benimle konuşma, seni sevmiyorum, çünkü ben bir şeytanım" dedi.

Afallayan yaşlı adam Hafızasız'ın suratına bakakaldı. Sonra da çığlıklar attı, sorular sordu. Hiçbirine cevap alamadı. Çünkü Hafızasız henüz "Cennet'in kuralları olmadan nasıl yaşanılır ki" ya da "utanmayacak mısın Cehennemli olmaya" gibi soruların cevabını bilemeyecek kadar acemi bir şeytandı. Büyükbaba en sonunda, zaten böyle olacağını önceden bildiğini söyleyip, kendi kehanet becerilerinden bahsetti.

"Senden kokuyorum ben, Cehennem zebanisi!" demeyi de ihmal etmedi.

Hafızasız "iyi" dedi, umursamadı.

Umursayamazdı, çünkü artık buzun aslında su olduğunu biliyordu, hatta buhar olduğunu da. Bundan sonraki yaşamının nasıl olacağını da...

Cennet’ten kovulmuştu, artık kötü bir şeytandı. Sevgi hanımla İnanç beyi hakir görüyor, halen sık sık gittiği Cehennemde geçirdiği günlerinden onlarsız -hem de nasıl- yaşanabileceğini hatırlıyor, Umut denen hayalperest deliyle ve İyilik adlı masal perisi ile artık hiç görüşmüyordu.

Artık yeni dostları vardı. Şeytan dostları; insanlara istediklerini değil de ihtiyaçları olanı vermesini öğütleyen karakaşlı Hakkaniyet, İyilik teyzenin iyilerinin yanlış da olabildiğini anlatan çılgın dostu Doğru, Dünyanın eğlenmek için çıkılan bir yolculuk, bir oyun olduğunu hatırlatan güzel kız Neşe. Ve tabi başını gururla kaldırarak "bu oyunda güçlenmek için sesini değil anlayışını yükseltmelisin dostum" demeyi kendine vazife bilen Tolerans.

Hafızasız, şimdi, göğsünün ortasında balon gibi atan kalbinin sesini dinleyerek, bir sonraki Cehennem yolculuğunu planlıyor. Gördüğü o güzel şehri, gerçeği pırıl pırıl gözlerinde taşıyan güzel şeytanları ve karamelli pudingi düşleyerek pasaportunu okşuyor.

Hiç yorum yok: