7 Şubat 2012 Salı

kırmızı

Arora, yaşamı seven, capcanlı, neşeli bir kızcağızdır. Onu tanıyanlar renkli kişiliğini anlata anlata bitiremez. Arora'nın, herkeste olduğu gibi, bir de özsıvısı vardır. Özsıvı, insanın rengini ve yoğunluğunu belirleyen, sıvı- gaz arası bir materyaldir. Arora'nın mesela, özsıvısı kırmızı renktedir.

Karanlık ve sıcak bir gecede Arora, Brora ile tanışır. Brora'nın özsıvısı beyazdır. Tokalaşmalarıyla oluşan temas, karşılıklı birer damla özsıvısının transferine neden olur. Sonra konuşur, sarılırlar, üçer damla sıvı yer değiştirir. Birbirlerinden hoşlanmışlardır. Sevişirler; ikiyüz damla sıvı yer değiştirir. Aşık olurlar, beraberlikleri sürer, her gün yüzlerce damla yer değiştirir. Artık Arora, yarısına kadar Brora'nın beyaz sıvısıyla doludur. İçinde bir milyon damla kırmızı, bir milyon damla beyaz sıvı vardır.

Brora'nın durumu farklıdır. Brora, her gece, kendisine eklenen kırmızı sıvıyı dışarı çıkarmak için uğraşmış, içinde Arora'nın o kırmızı sıvısının birikmesine izin vermemiştir. Çünkü birinin özsıvısını içinizde uzunca süre tutarsanız, o, içinizde bir yerlere tutunarak küf gibi bağlanır, dahası orada ürer. Hele ki o kişiden ayrı düşerseniz, virüs gibi sizi hasta eder. Akıllı Brora, bunları pek iyi bilmektedir.

Gel zaman git zaman çiftimiz anlaşamaz, ayrılır.

Şimdi Arora, içindeki kırmızı ve beyaz sıvılarla yapayalnız kalmıştır. Üstelik kısa zaman sonra, içindeki beyaz sıvı, kırmızı sıvıya saldırmaya başlar! Kaynağından, Brora'dan uzak olduğu, ait olmadığı bir yerde olduğu için Arora'nın içini harp meydanına çevirmektedir.

Arora, kendi özsıvısı olan kırmızıyı korumak için beyaz sıvıyı dışarı çıkarmak ister. Lakin beyaz sıvı, sadece nefes yoluyla, azar azar dışarı atılabilmekte,  her 24 saatte ancak bir damla dışarı verilebilmektedir. Bir milyon damlanın nefesle dışarı atılması bir milyon gün gerektireceğinden, zavallı Arora, beklemekten başka yollar aramaya başlar. Zira içeride süren beyaz-kırmızı savaşı, kendi doğasına, cansıvısı kırmızıya çok zarar vermekte, Arora, günden güne tükenmektedir.

Ne yapmalıdır?

Arora daha hızlı nefes alıp vermelidir. Oksijenden başı dönene kadar nefes alır, verir, alır-verir, gözlerinden yaşlar boşalır, gırtlağı düğümlenir. Beyaz Brora halen içindedir. Başka bir yol bulmalıdır.

Beyaz sıvıyı götürüp iade etmenin bir yolunu arar. Gider, Brora'yı bulur, ağzını açmasını ister. "Tamam" der Brora ve açar ağzını. Arora dudaklarını Brora'nınkilere yapıştırıp nefesini onun ağzına üfler, üfler. Tamamdır. Olmuştur bu iş. Evine gider. Neşesi yerine gelmektedir. Ne var ki, az zaman sonra savaş yeniden başlar. Kırmızı can çekişmekte, beyaz üstün gelmektedir.

Böyle de olmamıştır işte, cancağzı ölüm döşeğindedir. Bir başkasının canını, kendi canınızdan değerli bulup böyle bolca içinize alırsanız olacağı budur. Yok yok, en iyisi, kırmızı sıvıyı artırmanın bir yolunu bulmalıdır. Böylece Arora'nın kendisi güçlü olur ve belki bu savaş kazanılır.

Arora kolları sıvar. Kırmızısını artırmanın, benliğini ve bilincini kuvvetlendirmenin yollarını arar. Vücudunu iyi besler, vitaminler yutar. Zihnini doyurmak için felsefe kitapları okur, duygularını tatmin etmek için sanat eserlerini inceler, resim yapar, yazı yazar, fotoğraf çeker. Ruhunu beslemek için bolca müzik dinler, zikir çeker. Evet, içinde bir miktar kırmızı  yükselmiştir. En azından her saldırıda malup olmuyor, hatta bazen kazanıyordur.

Haftalar, sonra aylar geçer. Kırmızı ölmez ama savaş sürmektedir. Arora artık iyiden iyiye yorgun düşmüştür. Buna son vermek için barışçıl bir diploması mi gerekir?

Düşünür. Belki de beyaz ve kırmızı sıvıların birbirine karışıp kendi özsıvısının "pembeye" dönüşmesine izin vermelidir. Belki de Arora o kendine özgün kıpkırmızı canını, ömrünün sonuna dek yok etmelidir. Hemen denemeye başlar, kaybedecek neyi vardır? Savaş meydanındaki her beyaz damlayı olduğu gibi kabul eder, sevip okşar, kendisine; kırmızısına karışması için ikna eder. Sonunda beyazlar kırmızıyla birleşmeye razı olur. Zafer yakındır. Fakat, heyhat, bu kez de kırmızılar isyan çıkarır. Renklerinden ödün vermeyeceklerini, bunun intihardan beter olduğunu, pembeye dönüşüp varlıklarını yeryüzünden sileceklerine Arora'nın ölmesinin daha yerinde olacağını bağırırlar.

Arora başa döner. Savaş sürmekte, canı yanmakta, yatak- döşek bitap düşen vücudu çürümektedir.

O zaman karar verir Arora, belki de herkes gibi yapmalı, gidip Brora'nın beyazını başkalarına satmalıdır. Birilerini bulup yeni bir alış-verişe girişir. Xora, takası kabul eder. Xora yeşildir. Arora, her gün biraz kırmızı ama çokça beyaz cansıvısını Xora'ya aktarır, ondan da aynı miktarda yeşil sıvı alır. Ancak bu kez akıllı olmalıdır, tıpkı Brora'nın yaptığı gibi, her gece bu yeşil sıvıları tüketmeli, tükürmeli, bir şekilde içinden atmalıdır. Ancak bu şekilde beyazlardan kurtulacaktır. Bu çare, bir süre derdine derman olur.  Arora yükünden epeyi kurtulmuştur. Sahtekarlık yapmakta, kırmızıya beyaz katıp satmaktadır ama olsun, Xora anlayacaktır.

Kendini artık iyiden iyiye güçlü hisseden Arora, nihayet bir akşamüstü, bir iç denetim yapmaya karar verir, harp meydanını ve tüccarları denetleyecektir.

Fakat o da ne?

Bunca zaman beyaz sandığı Brora malzemesi aslında, herkesin içinde bolca bulunan, renksiz, kokusuz bir elementten başka birşey değildir. Brora'nın beyazı aslında sudur! Sıvının o beyaz görüntüsü tamamen bir sanrıdır. Aslında Brora ona, herkeste olan o basit elementten başka hiç bir şey aktarmamış, Arora, kendi kırmızısından sıkıldığı için olsa gerek, başka bir rengi içinde duyumsamak istemiş ve nihayetinde cimri Brora'nın canından parça alıyorum sanarak her gece, allahın suyunu, düşlerinde hababam beyaza boyamıştır.

Arora'nın dudağı, görüpte anladıkları karşısında uçuklayıverir. Bacakları titrer, olduğu yere yığılır.  Sorar, "Neden böyle yapmışım?" "Bunun gerçek sebebi ne?"

Biraz düşündükten sonra kristal kadar berrak bir cevap zihninde belirir: Arora bir "ana-renktir". O kıpkırmızı cansıvısı olmadan turuncular, pembeler, morlar yapılamaz. O, birilerine karışmalı, onlara yeni renkler vermeli; beyazları pembe, sarıları turuncu yapmalı ve sürekli insan değiştirmelidir. Bunu yapamadığında canı sıkılır, yüreği daralır; kırmızı cansıvısı içinde anaforlar yapar, azar, döner ve ağzından dışarı fışkırmak üzere yükselir.

Cevabı gören Arora bir kez daha hayrete düşmüştür. İçindeki o, saydam sıvıları beyaza çeviren düş gücünü kutlarcasına, pencerenin dışında da şu koca alem, bir serap gibi bembeyaz uzanmakta, kar yağmaktadır. Sakince kara daldırır bakışlarını. "Canım sıkılmıştı!" der. "Canım çok sıkılmış olmalı. Brora'nın beyazı bana lazım değildi, benim kırmızım fazla gelmişti". Bir oh çeker, gülümser: "Ne yapayım, ben böyleyim. Atıl kalamayacak kadar kırmızıyım!"

Ve -gerisini okuyucuya bırakmamak için- usturupluca ekler: "İçelim. Bunu kutlayalım" "Herkese benden beyaz serap!"

Pics:
Tirael
Purrrk


9 yorum:

Çiçer dedi ki...

dan dan! vuruldum

Hich dedi ki...

:) nerenden?

Elma Lekesi dedi ki...

Ana renk, üstelik kırmızı... Arora bebeğim, beni kendine hayran bırakıyorsun. ;)

Hich dedi ki...

sana layık olmaya çalışıyorum diyelim:*

Çiçer dedi ki...

öyle bi vuruldum ki.. neremden kestiremiyorum,

varol döken dedi ki...

lan ben de niye bu kadar turuncuyum diyorum:)

Hich dedi ki...

:D sarılık mı geçirdin bebeğim?

varol döken dedi ki...

yok değil ama düşündüm de hep ara renkleri seviyorum ben: turuncu, mor, gri... ondan mı sürekli bana pompalıyorlar acaba:)))

Hich dedi ki...

pump up the jam.