21 Eylül 2012 Cuma

Merkezsizlik

Düşün ki karanlık bir odada uzanıyorsun.
Uyanıksın, duyuların açık.
Sonra birden başına tuhaf bir şey geliyor.
Merkezini kaybediyorsun; zihnindeki referans noktanı.

Hani bir düşünce bir diğerinden sonra gelir ya da en azından sen düşüncelerine bir gözlemcisidir ya normalde.

İşte böyle olmadığını, varlık algısının her düşünceden bir diğerine geçtiği anda şekil değiştirdiğini ve kendisini o düşünceden ibaret zannettiğini, arkasından yeni bir düşünce -ya da uyaran- geldiğinde kendisini bu kez de tamamen ondan ibaret zannetiğini düşün.

Yani bir merkezi, bir evi olmadan trenden trene aktarma yapıp her bindiği treni evi sanan ama içten içe de trenlerin evi olamayacağını, bir başlangıcı, bir referans noktası, gerçek bir evi olmadan yaşayamayacağını bilen birisi oluverdiğini düşün.

Varlığının zihninin ürettiği anlık "şeylere"; düşüncelere, algılamalara, tepkilere binip gittiğini, en başta kendisine dönük algısının kaybolduğunu sonra da gerçeğin ne olduğunu bulamadığını düşün.

Kendi zihninde tutunacak hiç bir çivi dahi yokken, yerçekimsiz gibi, oradan oraya uçuşarak kaybolduğunu, tek farkında olduğun şeyin kayboluşun olduğunu düşün.

Bu farkındalığın da dahil her bir zihinsel aktivitenin, kayboluşunu körükleyip katladığını, varlığının üzerine binip savrulacağı yeni bir tren yaptığını düşün.

Böyle bir kayboluşun hiç sona ermeyeceğinden duyacağın korkuyu düşün.

Bunun 1 saat sürdüğünü düşün.

Git ve şizofren derneklerine yardım yap.

Tavşan bacağından uzak dur.

Hiç yorum yok: