23 Aralık 2009 Çarşamba

fünf

Masal şöyle başlamıştı:

Puslu iki dağın arasında kurmuştuk kampımızı. Çadırın hemen önünde ateş yakmıştık. Temiz hava, toprak, odun kokuyor, sen gitar çalıyordun. Sıcak şarap vardı, dolunay tepedeydi; hepsi bir klişenin kusursuz bileşenleriydi.

Ellerine bakınca birbirlerine ettikleri hizmeti görüyordum. Doğduğundan beri köle ve efendiydiler. Bir el diğerini yıkardı; biri arpej atar, diğeri akor basardı. Biri sakin, diğeri heyecanlı iki üniteden oluşmuş çılgın bir ekiptiler.

İşte yanındayken benim de bulunuşum böyleydi. Aynı anda hem huzurlu hem histerik. Aklımla kalbim, vardiyalı olarak birbirinin efendisiydi. Yin-yang şekilleri gibi birbirine dolanan dumansı iki ruhtum. Çok kadındım ve çok erkek.

Gülümsedim böyle düşünürken. Yayvan, kapalı dudaklarımı gözlerinden kaçırdım. Gitarı dinlemeye devam ettim. Yoksa çalmayı bırakıp, sorabilirdin neden güldüğümü. Cevap veremezdim; "yaşlı bir bilgeyim ya da çaylak bir fahişe!"

Sonra burnunu fark ettim yine. Her gördüğümde yaptığı gibi, bana aslında çirkinliği sevdiğimi hatırlattı. Öyle güzel ve kusursuzdu ki, yanında, kendi burnumun çirkinliği çırılçıplak meydandaydı. Kendimi sevdim sayende; çirkinliğimi; çok çirkindim ve çok güzel.

Aya baktım. Beyaz bir masal sisinin içinde kaybolmuştu. Karanlık çökmüş, gözlerim birşey seçemez olmuştu. Olsun, ben o çadırın önünde oturuken bir harikaydım, daha fazla görmek gerekmezdi. Kulak kesildim, gitar vardı ve dağın sesleri ve de sisin.

-o-

Orada, o çadırın önünde öyle güçlüydüm, kendimi öylesine seviyordum ki ölmek istedim; göğsümü dörde ayırarak. Ölmek için gereken cesaret ve güzelliğin yıkımına duyduğum açlık çadırın önünde oturuyordu bizimle. Tek eksiğimiz ölümdü, ama sen "olmaz" dedin. Herhalde ölecek daha iyi anlar peşindeydin.

Benim güzel dualitem; turşuyla yenen reçelin garip tadındaki varoluşum; ağlamaklı gülüşlerim; hepsi tantrik anın o "psychedelic" tokluğunu -ve de açlığını- anlatmak için oradaydı. Fakat senden başka gören yoktu. Onlarca çocuk yapmak istedim, görebilsinler diye. Onlarca çocuğumuz; bizi ebeveyn seçen ruhlar, dağların yanıcı havasını içlerine çeksin, tek kazanda eriyen her zıtlığı öğün etsin ve bu dünyadan alacaklarını alıp bir daha gelmesinler diye.

Seninle ikimiz Tanrının açtığı bir kursun iki öğretmeni olalım istedim.

Ama sonra olan oldu; dünya beni eteğimden çekti; Tanrı Zaman huysuzlanmıştı. Bacaklarımı kapattım, bir taksiye atlayıp, terkettim dağları, çocuklarımızı ve seni. Arkamdan bakışını retinama yonttum. Yolda giderken bir elim diğerini boğdu. Gözlerimi devirip, içimi çektim. Şimdi başka bir masal dinleyecektim.

7 yorum:

Elma Lekesi dedi ki...

:) beğendim!

Hich dedi ki...

yaşasın...:) teşekkürler.. :) utanmak:)

mefisto dedi ki...

insanın en sevdiğim yanı, hayalgücünde binlerce tanrının milyonlarca hikayesine yer bulabilme yetisidir. biri tutup çekerse eteğinden, insan, kutlu nefesiyle onu başka bir dağın zirvesine oturtan başka bir tanrı yaratır hemen kendine. mühim olan her masalı sindirmekse, güzel sindirilmiş bir masal olmuş bu.

Hich dedi ki...

:) teşekkürler mefisto...

Anikid dedi ki...

hep ikinin hikayesi, oysa bana iki kalabalık...

bir de, benden başka dualiteyi cümle içinde kullanan insan gördüm. ikilem ile anlam karmaşası yaşamışsın. yine de güzel bir yazı...

Hich dedi ki...

yok yok yaşamadım anlam karmaşası kerry gone'cım. ikilemim değil baya dualitem. zıtlıklı varoluşum en okültünden, yine de teşekkür ederim.

Anikid dedi ki...

oh, rahatladım. :o :p